top of page

Yazdıklarımdan örnekler (Tamamı "Tüm gazete yazılarım" başlığı altındadır)

Adalet ve adaletsizlik

 

Balyoz davasının yürütülmesi ve sonuçları ile “sessiz çığlık” benzeri faaliyetlerin bize öğrettiklerinden biri de adaletsizliğin neye mal olduğunu, adaletsizliğin millet, devlet, birey ve kurumlar için ne büyük bir tehdit olduğunu göstermesi ve toplumun adaletsizliğe demokratik yoldan tepki göstermesi gerektiğidir.  Bugün; adaletsizlikten kazananın örtülü amaçları doğrultusunda sadece kısmi ve geçici kazanımları olduğunu, adalet terazisinin tekrardan doğruya yönelmesi ve kaybedilen hak ve özgürlüklerin sahiplerine geri iade edilmesi gerektiğini milletçe görme ihtiyacımız vardır. Adalet dağıtmakla görevli olanlar milletlerine bunu göstermekle görevli ve borçludurlar.  Çünkü biliriz ki,

  • Adalet mülkün temelidir,
  • Gözlerimizi tarihe çevirdiğimizde, toplumların kaderlerinde en etkili unsurun adalet olduğunu görürüz. Her büyük medeniyet eşelenirse, muhakkak ki altından sağlam bir adalet nosyonu ve mekanizması çıkar. Adalet siyasileşir veya kişileşirse, toplumun bütün taşları yerinden oynar. Ardından kopacak kıyametin nelere mal olacağını kestirmek her zaman mümkün değildir (MEHMED NİYAZİ),
  • Adalete herkes her an için muhtaç bulunmaktadır. Bunun için adaletin hürmet telkin etmesi, itimat ilham eylemesi lazımdır (MIRABEAU).

Adaletsizliğin kol gezdiği ülkemizde önce adalet ile ilgili değerleri milletçe tekrardan gözden geçirmeli ve sonra adaletsizliğin tanımını yaparak millete, bireye, kurumlara ve devlete ne kadar zararlı olduğunu örneklerle göstermeliyiz. İlk denemeyi yüksek müsaadenizle evrensel değerleri de örnek tutarak ben yapmak istiyorum. Ne de olsa adaletsizliğe uğrayan birçok asker vatan evladının yakın arkadaşı, onların suçsuzluğunun tanığı ve adaletsizliğin sizler gibi bir fahri mağduruyum. Tabi ki bu ülkede bugüne kadar mağdur olan tek Balyoz davasında mağdur olanlar değildir. Ülkemizde bugüne kadar adaletsizliğe uğrayan çok kişiler ve tüzel kişilikler olmuştur.  Çok acılar çekilmiş, canlar kaybedilmiş, toplum ve siyaset düzeni yara almıştır.  Adaletsizliğe karşı çıkanlar da şu veya bu yol ile cezalandırılmışlardır. Bugün ve gelecekte her gün, dün yapanlar gibi, korkusuzca, cesaretle adaletsizliklere herkes karşı durmalı  ve namusuna sahip çıkmalıdır. Varsın bunu demokratik bir şekilde yapanları dahi “SİVİL İTAATSİZ” ilan etsinler, gezi olaylarında olduğu gibi. Bizler, şiddet yanlılarını ve provakatörleri dışlayarak,  Anayasanın ve yasaların bize verdiği hakları doğru bir şekilde kullanarak, “sessiz çığlık” faaliyetlerinde olduğu gibi adaletsizliklere bir “SİVİL İTAATSİZ” olarak karşı çıkmayı öğrenmeli ve adaletsizliğin bizim de başımıza gelmesini beklememeliyiz.  MONTESGUIE’nin dediği gibi, “bir tek kimseye yapılan adaletsizlik, herkese çevrilmiş bir tehdittir”.  Yasama, yürütme ve yargı erkini bizim adımıza kullanmaları için yetki verdiklerimizi önce vekillerimiz yoluyla, olmaz ise vatandaş olarak izlemeli, milletçe hep beraber denetlemeli ve zamanı geldiğinde görüşlerimizi dile getirmeliyiz. Ne de olsa anayasamız bize bu hakkı vermektedir.

Bayard RUSTIN’in dediği gibi; “Bütün dünyada nerede adaletsizlik varsa, orada sivil itaatsizliğe ihtiyaç vardır, yoksa adaletsizliği ortadan kaldırmak mümkün değildir.”

GANDHI’nin dediği gibi; “Adaletsizliği kökünden söküp atabilmek için, yalnızca kusursuz tek bir sivil itaatsizlik yapacak insan yeterlidir”.

“Adalet” o kadar güzel ve “adaletsizlik” o kadar kötü bir şeydir ki; birçok alim, düşünür ve yazar bakın adaleti, adaletsizliği ve onu yapanları nasıl tanımlamış ve bize ne yapmamız gerektiğini öğütlemişler.

  • Adalet, halkın dirliği ve düzeni, idarecilerin süsü ve güzelliğidir (HAZRETİ ALİ),
  • Adalet, milletler için daimi bir gıdadır (CHATEAUBRAUND),
  • Adalet milletin ekmeğidir. Milletler daima adalete acıkırlar (CHATEAUBRLAND),
  • Her iyiliğin kaynağı adalettir. Adil olmayanın elinden hep kötü iş çıkar (KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN),
  • Bir memleket yalnız adaletle ebedileşir ve adaletsizlikle yıkılır (ALMAN ATASÖZÜ),
  • Adalet olmayan yerde sefalet olur (TÜRK ATASÖZÜ),
  • Sevgi ve kin, adaletin yolunu şaşırmasına neden olur (PASCAL),
  • Adaletin olmadığı yerde hürriyet olmaz, hürriyetin olmadığı yerde adalet bulunmaz (SEUME),
  • Eğer adalet kaybolursa, insanların dünyada yaşamalarının hiçbir anlamı kalmaz (GOETHE),
  • Her iki tarafı da dinlemeden karar veren, doğru karar verse bile adaletsizlik yapmış olur (SENECA),
  • Adaletsizlik yapan, adaletsizliğe maruz kalandan daha sefildir (EFLATUN),
  • Adaletsizlik yapanlar, adaletsizliğe uğrayanlardan her zaman daha fazla huzursuzdurlar (DEMOKRITOS),
  • Fertleri, aileleri, zümreleri ve nihayet cemiyeti kemiren hiçbir kötülük, adaletsizlikle boy ölçüşemez. O, zehirini doğrudan doğruya büyük topluluğun evine döker ve bütün milleti ta merkezinden yıkıp devirir. Kötülüklere, koleraya kadar türlü dereceler biçseniz yine adaletsizlikten doğacak marazı, tam bir dehşet ifadesiyle canlandıramazsınız. Veba deseniz az, kanser deseniz hafif (NECİP FAZIL KISAKÜREK),
  • Adalet, bir ismi de HAK olan Allah tarafından kullara bağışlanmış hakların kaynak noktası ve tevzi (dağıtım) merkezidir ki, cemiyetin belkemiği demektir. O çökünce, çökmeyecek olan yoktur. Bir milletin sadece adalet grafiğine bakarak, her türlü yükselme ve alçalma çığırlarını tespit edebilirsiniz (NECİP FAZIL KISAKÜREK),
  • Adaletsizliği bir yangından daha çabuk önlemeliyiz (HERAKLEİTOS),
  • Adaletsiz rejimi adaletle yıkınız (GANDHI),
  • Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun (WILLIAM WATSON),
  • Adliyenin yüksek vazifesi sadece adalet dağıtmak değildir. Daha ziyade toplumsal ve ekonomik hayatta doğan ve toplumların çalışmalarını felce uğratan anlaşmazlıkları düzeltmek suretiyle milletin yürüyüşünü temin etmektir.  Bu sebepten dolayı davalar hızlı görülmelidir  (CHATEAUBRIAND).

 “Adalet topaldır, ağır ağır yürür, fakat gideceği yere er geç varır” der MIRABEAU. Ancak bizim Türkiye olarak, bu coğrafya ve koşullarda,  adaletsizlikler karşısında o kadar vaktimiz ve sabrımız yoktur.  Adalet siyasete alet olmamalıdır. GUIZOT’un dediği gibi, siyaset mahkeme salonlarına girdiği andan itibaren, adalet oradan çıkmalıdır.  Bugüne kadar adalet özel mahkemeler yoluyla bunu beceremese de, Anayasa Mahkemesinin balyoz davasına ilişkin oy birliği ile verdiği karar, adalete bu şansı vermiştir. Bize adaleti aramada bir ışık yaktığı için Anayasa Mahkemesine teşekkür borçluyuz.

“Balyoz davasında kumpas kuranlar tespit edilmeli ve yasalara uygun olarak cezalandırılmalı” diyenler bunu intikam duygusu ile değil, adalet duygusu ile söylüyorlar. “Adaletin kuvvetli, kuvvetlilerin de adil olması gerekir. Kuvvete dayanmayan adalet aciz, adalete dayanmayan kuvvet de zalimdir” der PASCAL. 

Adalet kendisine dayanmayan zalim kuvveti tespit etmeli ve cezalandırmalıdır. Çünkü zalimleri affetmek mazlumlara zulümdür.  Cinayete ses çıkarmayan, caninin suç ortağıdır. Kötülüklerin ilki ve büyüğü, haksızlıkların cezasız kalmasıdır.   

 

Not. Bu yazıda “SİVİL İTAATSİZ” terimi, “demokratik haklarını  anayasal çerçevede bir hak ve ödev olarak kullanan kişi” anlamında kullanılmıştır.  İsyan ve tahrik gibi kavramlarla bir ilgisi yoktur ve öyle anlaşılmamalıdır.

 

Zafer ÇALIŞKAN, Balyoz davası fahri mağdurlarından.

 

K.GAKKAREV ve Son Çağrı

Bugüne kadar birçok konuda hem gazetede, hem sosyal medyada yazdım ve dost sohbetlerinde konuştum. Birçoğumuzun yaptığı gibi. Bugüne kadar neden yazdığımı ve konuştuğumu soran olmadı. Çünkü okuyan ve dinleyenler yazılanı okuduğunda ve söyleneni dinlediklerinde;  “inandığımız evrensel ve toplumsal değerler ve doğruların katledildiği ve yaralandığı anlarda ve anayasa ve kanunlar  hilafına suçlar işlendiğinde” harekete geçmesi gereken toplumsal, siyasi ve yasal dinamikler yeterli ve doğru seviyede tepki göstermeyince, hatta bazen hiç tepki göstermeyip üç maymunu oynadığında,  beni yazmaya, konuşmaya, harekete geçmeye iten kişisel örgütümün beni ele geçirerek görevlendirdiğini görüyorlar. Aslında herkesi ele geçiren ve herkesin içinde olan bir örgüt var.

Bu örgütün adı, benim tanımımla,  K.GAKKAREV.

Kısaca tanıtayım.

İlk K’yı en son söyleyeceğim.

G ve K;  bize bilgiler (girdi) sağlayan, görmemizi, okumamızı, konuşulanı duymamızı sağlayan Göz ve Kulak.

A, R ve V; bu bilgileri alarak işleyen, bir anlam çıkaran ve bundan etkilenen Aklımız, Ruhumuz ve Vicdanımız.

A, K ve E; akıl, ruh ve vicdanımızın ortaya koyduğu sonuçları dile getiren ve getirmeye yardımcı olan, yarattığı etkiyi çevresine duyuran Ağız, Kalem ve El.

Vatandaşa ve devlete ve millete ve ülkeye ve demokratik sisteme zarar vermek üzere bugüne kadar yapılanlar karşısında,  henüz rahatsız olmadınızsa, henüz acı çekmeye başlamadınızsa veya acı hissetme eşik seviyeniz henüz aşılmadıysa veya gururunuzu henüz kıramadılarsa, gurur kırılma eşik seviyeniz henüz aşılmadıysa, siz biraz daha bekleyeceksiniz sanırım. Ama sonunda K.GAKKAREV harekete geçecek ve demokratik ve yasal çerçevede sizleri yönetmeye başlayacaktır. Bu kaçınılmazdır. Her gecikme ileride telafisi mümkün olmayan zararlar doğuracaktır.

Peki sizin kişisel örgütünüz olan K.GAKKAREV bu günlerde ne yapıyor? Aslında tüm kişisel örgütler  aynı işi yapmaya çalışıyor. Ancak hepsinin acı eşik seviyeleri farklı. Bazılarının gururu henüz kırılmamış  olabilir. Bazılarının şartları müsait olmayabilir. Kabul edelim ki, herkes aynı şartlara sahip değil. Yazacak kanalları bulamamış olabilir, sözünü söyleyecek kişileri çevresinde bulamamış olabilirler. Allahtan SÖZ gazetesi ve diğer bazı gazeteler “artık SÖZ zamanı” diyerek sütunlarını bize açıyor, sosyal medyanın kanalları hepimize konuşma/yazma şansı veriyor da bazı K.GAKKAREV’ler görev yapmaya çalışıyor.

En baştaki K

Peki bu K.GAKKAREV’in en başındaki K ne anlama geliyor?

GAKKAREV’in son üçlüsü olan Ağız, Kalem ve El’in harekete geçmesi için bir de herkeste K olması lazım. Bu K olmaz ise, örgüt harekete geçmiyor.  Nedir bu en baştaki K?

GAKKAREV’in işini yapması için KUDRET de lazım.

Bazılarımıza kendilerine ne yapmaları gerektiği öğretilmemiş olabilir.  Kendilerinde kudret bulamamış olabilirler. Bu durumda olanlara Atatürk’ün yazdığı NUTUK’u, ölene kadar yaptığı konuşmaları ve öğütleri ve en son rahmetli Turgut ÖZAKMAN’ın yazdığı “Şu Çılgın Türkler”i  hatırlatmakta yarar var.

Nutuk için yeni söze bile gerek yok. Tekrar okunmalı. Ya “Şu Çılgın Türkler”.  Eli öpülesi Turgut ÖZAKMAN’ın kırk yıllık özel çabayla saydamlaştırdığı özgün tarihimizin anlamını anlatan kitap. Hiç bir kitap acıyı, kederi, gururu ve zaferi akıl almaz med-cezirler arasında  yaşatmamıştı bize.  Onu yeniden ve bu vakitte içimize sindirmek, bize ve yeni kuşaklara her zamankinden daha çok gerekli.  Hatta “Çılgın Türkler” kursları açıp gençlere Kurtuluş Savaşı'nı öğretmek lazım.  Halk Eğitimi Merkezleri ne güne duruyor? Nutuk’u ve “Şu Çılgın Türkler” kitabını okuyun, çocuklarınıza okutun, dostlarınıza armağan edin! Bunları bir kez daha okursak “acıyı, kederi, gururu, zaferi ve GAKKAREV’i harekete geçirmek için gereken KUDRETİ nerede bulacağımızı öğrenebilirsiniz, unuttuysanız hatırlayabilirsiniz. Ayrıca hatırlarsınız ki, Hatay Devletinin ilk ve son Başkanı Tayfur SÖKMEN de Atatürk’den öğüt almış ve Hatay’ın Türk kalması için yıllarca, 1937’e kadar çaba göstermiş, direnmiş  ve sonunda 1939’da mutlu sona ulaşmıştık. Sonuç, “Türk Hatay”dı.

Gelelim K.GAKKAREV’in ilk K’sı Kudret’i basitçe nerede aramak meselesine. Onu da Atatürk Gençliğe hitabesinde bize işaret etmişti.

“Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

…………Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun KUDRET, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”

ÖRGÜT BAĞLANTISI

Daha dün yüzlerce vatan evladına, en başta da Türk Silahlı Kuvvetlerine terör örgütü yakıştırması yapmadılar mı? Şimdi, sakın bu yazıdan sonra bizi de K.GAKKAREV kod adlı terör örgütüne üye olmakla suçlamasınlar? Şimdiden söyleyelim ve özetleyelim;

K.GAKKAREV içimizde olan sanal bir örgüttür. Bu örgüt, bugün Türkiye Cumhuriyeti topraklarında ve karasularında ve hava egemenlik sahasında bağımsız bir yaşam sürmemiz için her şartı sağlayan, Osmanlı’nın hüküm sürdüğü topraklarda ve en son da Anadolu topraklarında yaşayan Çılgın Türkleri harekete geçiren K.GAKKAREV isimli örgüttür. Bu örgüt’ün liderliğini daha önce Mustafa Kemal ATATÜRK yapmış, Türk milleti de çağrıya uymuş, TBMM’yi kurarak milli iradeyi temsil etmiş ve gereğini yapmıştı. Şu Çılgın Türkler ya şehit olmuşlardır, ya gazi. Ama asla Niyazi olmamışlardır. Sonuç bağımsız bir Türk devletidir, Türkiye Cumhuriyeti.  Sonraki şehit ve gazilerimiz ve Türk Silahlı Kuvvetleri, silahlı saldırıya uğradığımızda kendilerine teslim edilen bu devlete zarar gelmesini önlemişler ve vatanı böldürmemişlerdir.

Peki onların K.GAKKAREV’i vardı da, bizim yok mu? Lider ATATÜRK bize hiçbir şey bırakmadı mı? Yazmadı mı? Söylemedi mi? “Başka bir lider beklemeyin. Görev sizindir. Muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur” demedi mi? Kudretimizi mi kaybettik? Kanımızı mı bozdular?

Nerede sizin K.GAKKAREV?   Bugünlerde ne yapıyor?

Uyuyor mu ya da uyutuldu mu?   Yoksa korku mu sardı onu.

GAKKAREV’iniz hayatta da, yoksa Gururunuz henüz kırılmadı mı? Kudret mi bulamıyorsunuz içinizde?

Devletiniz her türlü iç ve dış PROJE ile dönüştürülürken, birileri bu projelere destek verirken, vatanınız bölünmeye doğru giderken, bıçak kemiğe dayanmadı mı? Tehlikeyi görmüyor musunuz?  Korku bizim dağları mı sardı?

Siz vatandaşlar, milletvekilleri, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, işçiler, memurlar, askerler, öğrenciler, erkekler, kadınlar, yaşlılar, gençler, emekliler, iş alemi, Cumhuriyet Savcıları, Hakimler, Üniversiteler, öğretim üyeleri, görsel medya unsurları, gazeteciler, yazarlar, doktorlar, her türlü meslek erbabı ve diğerleri? Biz hepimiz ne yapıyoruz? Birilerine biat mı ediyoruz? Başkaları tarafından esir mi edildik? Uyuyor muyuz? Korkuyor muyuz? Tembel miyiz?

Çalışan çalışıyor. Ya diğerleri?

Yoksa onlar vatandaşlığı sadece “seçmen” olmak mı zannediyor? Sandıktan sandığa mı görev yapıyor?

Sandıkta verdiğiniz yetki, anayasada belirtilen haklarımız ve değerlerimizi çiğnemek yönünde kullanıldığında “hop dedik, o kadar da değil” demeyecek misiniz? Seçmen olarak bir sonraki sandığı mı bekleyeceksiniz? Bu topluma ve ailenize, demokratik ve laik Cumhuriyet’imize ve nihayetinde şehit ve gazilerimize karşı ödevlerimiz yok mu? 

Gelin korkmadan şu demokratik mücadeleye katılın. Devleti ve toplumu yöneten ve yönlendiren kurumlara bir şekil verilmesine yardımcı olun. Körelmiş olanları, değerlerini unutanları uyaralım, asıllarına dönmeleri için onları yüreklendirelim. Özellikle de topluma yön veren, oylarımızı alarak milli irademizi tamamen ele aldığını sanan ve her istediğini yapmaya muktedir sanan iktidar sahiplerini, muhalefet yapmaya çalışan, yaptığını sanan siyasi partileri ve topluma olan biteni bütün çıplaklığı ile aktarmakla görevli gazeteleri, gazetecileri, yazarları ve Üniversiteleri uyaralım.

CHP ve MHP özüne dönsün.

AKP programında yazan hedeflere bağlı kalsın, kendine oy verenleri yanıltmasın.

Dış güçlerle işbirliği yapmış, onlara bağımlı olmuş, söz vermiş ve tehdit edilenler var ise, esir edilmişlerse, korkmasınlar, Türk milletine söylesinler, onları kurtaralım. Onlara vatana son bir hizmet şansı verelim.

Bölücü hedefleri olanları uyaralım, onlara uymayalım.

İlkelerine sahip çıkanları alkışlayalım, aynı fikirde isek destekleyelim.

Gazetecileri ve yazarları evrensel değerlerle gazetecilik yapmaya ve yazmaya davet edelim. Şakşakçılara, yandaşlara, bağımsız olmayanlara, emperyalistlere uşaklık edenlere kulak vermeyelim.

Eyalet sistemine karşı çıkalım.

İçimizdeki K.GAKKAREV bizi göreve çağırdığında, koşarak gidelim. Bu hem hakkımız, hem de ödevimizdir.

Bu vatan ve devlet hepimizindir!

Bir tek “Göz, Kulak ve El”inden engelli olanlar, vicdanı körelmiş olanlar, eli kalem tutmayanlar, ruhunu satmış olanlar ve akıl melekesi yerinde olmayanlar bu görevden affedilebilir.

Siz affedilenlerden değilseniz ve şartlarınız uygun ise, lütfen konuşun, yazın, gönül verdiğiniz ve güvendiğiniz siyasi partilere ve kurumlara çeki düzen verin, uyarın, aralarına katılın, destek verin. Size verdikleri sözün dışına çıkmasınlar. Görev isteyin, yapın. Sivil toplum örgütlerine destek olalım.  Görüyorum ki yukarıda saydığım engelliler bile, affedilmişler de olsalar, birçoğumuzdan daha çok iyi iş çıkartıyorlar.

Korkma!  GAKKAREV’ini harekete geçir. Kıpırdan. Sen kıpırdanınca korku başka dağları saracaktır. Onlar korksun.

İnanın; korkmadan göstereceğiniz demokratik tepkiler, yapacağınız yasal işler, katılacağınız siyasi ve demokratik faaliyetler sizin için, toplum için, vatan için, devlet için, Türkiye Cumhuriyetini kuran halkı ifade eden Türk Milleti için doğru, güzel ve yararlı olanı bulmamıza yardımcı olacak ve ilelebet hür ve bağımsız yaşayacağız.

Gelin, K.GAKKAREV’i dinleyin.

Yoksa, taş gediğine konmak üzeredir.

Dünya mazlum milletlerine örnek olan şu kurduğumuz bağımsız devlet elden gitmek üzeredir.

Emperyalist kazanmak üzeredir.

Bu, muhtemelen, Atatürk’ün tanımladığı üzere, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına, Türk Milletine naçizane SON ÇAĞRI’dır.

Bütün mağaza ve dükkan isimleri artık İngilizce yazıldığına göre, çok alıştığımız ve anladığımız dilden de yazalım.

This is the LAST CALL !

 

        İsyanlardayım,
    Çarşı kadar karşıyım

 

O kadar çok ki isyanlarda ve karşı olduğum konular.

Daha önce yazdığım “adaletsizlikler, siyasi etiksizlikler, yolsuzlukla mücadele edilmemesi, milli değerlere ve devlete  gereğince sahip çıkılmaması” gibi konular haricinde başka isyan ettiğim konular da çok.

Bu ülkede yaşıyorsanız, isyan edecek konu çokça çıkacaktır karşınıza.  Örneğin “uygarlık, bilim, demokrasi,  hukuk, adalet, eğitim, turizm, ekonomi , sanayi, ulaşım, tarım, vergi, emek, güvenlik, iş güvenliği, trafik güvenliği,  fırsat eşitliği, doğayı koruma, spor,  seçme- seçilme, insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları, hayvan hakları, engellilerin yaşamını kolaylaştırma, özgürlükler, din-dil, cinsiyet ve benzeri  her türlü farkı gözetmeme, kutsal kitabı okuma, anlama ve uygulama,  din kisvesini yırtma, aklın egemenliğini kabul etme, zulme ve zalime karşı gelme, sevgi-saygı”  gibi saymakla bitmeyecek birçok alanda, özellikle batılı ve diğer gelişmiş ülkelerin elde ettikleri büyük gelişmeleri  gördüğümüzde; bizim de aynı gelişmişliğe sahip olabilmek için; Marsa ulaşmaya yetecek kadar alınacak uzunca bir yolumuzun, yiyeceğimiz fırınlarca ekmeğin, barajları dolduracak kadar dökeceğimiz sel gibi terin, harcayacağımız tonlarca çabanın olduğunu görüyoruz ve isyan da tam bu noktada başlıyor.  

Bu alanlarda geri kalmış olmamızın verdiği acı; bu alanlarda yapmamız gerekenler konusunda hem devletin, hem kurumların, hem de vatandaşların üzerine düşen görevleri  arzu edilen ve gerekli olan “yön, hız ve büyüklükte” icra etmediğine her gün tanık olmamızın verdiği ıstırap ile birleştiğinde, bu büyüyen acının gelişmişlik standartlarını üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa Birliğinde aramamızın ve ummamızın neden olduğu kederle karışması sonucunda duyduğumuz keskin ıstırap kimi isyan ettirmez ki?

Taşımaya ve büyütmeye mecbur olmadığımız “geri kalmışlık makus talihimizi” mağlup edecek isyan ve karşı çıkış gücü, ancak vatandaş olmayı bilmekten gelir, temel hak ve özgürlüklerden yana olmakla gelir, hak ve hukuka inanmak ve ona uygun davranmakla gelir, milli bir eğitim ve ruh ile gelir ve bu güç makus talihi kovalayarak bir daha dönemeyeceği deliğe süpürür.  Bütün tarih yaratan ruhlar, derece derece birer asidir. İsyanı tanımayan ruh, alışkanlığa ve geleneğe yenik düşer. Türk Milleti geri kalmışlığa isyan etmeye ve küçük birer asiye muhtaçtır. Hepimiz, tarih önünde, isyanımız kadar büyüğüz. Türkiye de geri kalmışlığa karşı bizim isyanımız kadar güçlü olacak ve büyüyecektir. Görev sizindir.

İSYANIM, GERİ KALMIŞLIĞA KARŞI ÇIKMAYANADIR

Biz Türk Milleti olarak bu gelişmeleri sağlayacak, barış, huzur ve refah içinde yaşamayı becerebilecek yetenek ve kudrette değil miyiz ? Biz çalışmayı, insanı ve ülkemizi sevmiyor muyuz?  Biz zeki ve çalışkan değil miyiz?

Bu gelişmeleri sağlayacak bilim, siyaset, iş, asker ve din adamı yetiştiremiyor muyuz?

Anayasayı ve diğer yasaları okumayı, hak ve ödevlerimizi bilmeyi, yasalara itaat etmeyi, askerliğin kutsal vatan görevi olduğunu bilmiyor muyuz?

Mustafa Kemal ATATÜRK’ün sadece ucunu gösterdiği uygarlık yolunun nereye çıktığını görmüyor muyuz? Götürülmeye çalışıldığımız o berbat ve karanlık yolu fark etmiyor muyuz?

Allah’ın bize indirdiği Kur’an kitabını anladığımız dilde okuyup anlamada, gereğini uygulamada, Kur’an okumayı temel  ve öncelikli ibadet yaparak dünyayı, kendimizi anlamada ve tanımada, Allah’ın uyarılarını dinlemede, Kur’an’ın hükümlerinin yerine geçme iddiasında bulunan hadisleri reddetmede  neden bu kadar geriyiz?  Din adına konuştuğunu ve hareket ettiğini söyleyerek halkı kandıran ve yönetenlere körü körüne itaat etmenin bedelini  bugün bu dünyada öderken, bunun hesabını gelecekte çocuklarımıza ve ahirette Allah’a nasıl vereceğiz?

Tüm bu yukarıda bahsettiğim alanlarda hem devlet ve tüm kurumlarının, Cumhurbaşkanından başlayarak tüm devlet görevlilerinin,  sivil toplum örgütlerinin, üniversitelerin, siyasi kurumların ve başındaki liderlerin, sanayicilerin, işçi, memur ve her türlü zanaat sahibinin, kanaat önderlerinin,  vatandaşların görevleri çoktur. Bu görevlerin çoğu yasalarla ve toplumsal sözleşmelerle belirlenmiş olmasına rağmen, birçoğu da “ülkesini ve milletini seven vatandaş görevi”dir ve yazılı olmasına da gerek yoktur.  Kimi seçilen ve atanan bireyler bu görevlerin icrası için resmi olarak namus ve şerefleri üzerine ant içerken, kimileri de yapılması gerekenleri  hem kendi yaşamları için görev kabul etmekte, hem de gelecek nesillere borç mahiyetinde görevler olarak kabul ederek daha ilköğretimde iken her gün ant içerek bu görevler için hazırlanmaktaydı. Belirtmek gerekir ki, okulda öğrencilerin “ilke ve ülkü” üzerine, doğruluk ve çalışkanlık üzerine ant içmelerinin anlaşılmayan ve kabul edilemeyecek nedenlerle kaldırılmış olması hiç de iyi olmamıştır kanaatindeyim.  Öğrenci andının içinde yer alan; doğru ve çalışkan olmanın, ilkemizin “küçükleri korumak, büyükleri saymak, yurdu ve milleti özünden çok sevmek” olmasının, ülkümüzün “yükselmek ve ileri gitmek” olmasının, “Atatürk’ün açtığı yolda ve gösterdiği hedefe durmadan yürüyeceğini” söylemenin, varlığımızın Türk varlığına armağan olmasının ve “Ne mutlu Türküm diyene" demenin ne sakıncası vardı ki?   Tek sakıncası, andın en başında söylenen “Türk olduğumuzu haykırmak” ve andın en sonunda da “Türküm demenin mutluluk olduğunu” söylemek midir? Bu yasak ne sığ, katı, yanlış ve sakat bir milliyetçilik anlayışı ürünüdür?

Okullar açılırken; ilköğretim okullarında her gün dersler başlamadan önce öğrencilerin öğretmenlerin gözetiminde, hiç olmaz ise sınıflarında "Öğrenci Andı"nı söylemeye devam etmelerinin  çok yararlı ve uygun olacağını değerlendiriyor ve öneriyorum.

Biz büyükler için önerim ise, sabah uyandığımızda yatağımızda doğrularak “sabah uyanabildiğimize, yaşadığımıza, sağlıklı olduğumuza, ordumuzun gücüyle şimdilik güvende, bağımsız ve özgür olduğumuza şükür etmek, o gün tüm emeğini  adalet, merhamet, iyilik ve doğruluk içerisinde harcamaya, milletimiz ve insanlık için çalışmaya, düşünmeye, keşfetmeye söz vermektir”.  

İnanıyorum ki bu söz yerini bulacaktır.

ÇARŞI YALNIZ DEĞİLDİR !

Birkaç söz de Çarşı için.

Çarşı’ya darbeye teşebbüsten dava açmak, çarşı ve gezi ruhuna sahip insanları yaralamaktadır. Çünkü Çarşı nerede ihtiyaç varsa orada olmayı bilmiştir. Van’da deprem olmuş, cep delik cepken delik, ama üstündekileri göndermişler, Kızılay tarihinin en büyük kan bağış kampanyasını başlatmışlar, barış gününde “1 gün barış, 364 gün savaş olmaz” demişler, 23 Nisan’da koltuklarına çocukları oturtan ve masal okuyan devlet büyüklerine “bunun yerine çocuk hakları bildirgesini okuyun” demişler (hani şu İKEM’in duvarlarında asılı olan), Mısır’da, Soma’da, Gazze’de canlar yitirilirken “bayram bizim neyimize” demişler, hayvan hakları için “hepimiz sokak köpeğiyiz” diyebilmişler, eğitime katkı sözü verip sözünü tutmayanlara karşı kamyonlara doluşup köy okullarına koşmuşlar, defter, silgi, kaşkol, kalem olmuşlar, darbeye karşı çıktıklarında onlara “helal olsun” denmiş, sonra vazgeçip bugün ÇARŞI’ya “darbeci” demişlerdir. Bu askerimize kurulan kumpasa çok benzemektedir.

Yaptıkları karşılığında kendilerine “arabacı takımı, ayyaş, serseri, çapulcu,  şov yapanlar” demişler, ama onlar yılmamış, sadece gülümsemişler, Cumhuriyetin birer yılmaz bekçisi ve Mustafa Kemal’in askerleri olarak Türk Milletine sizler gibi hizmet etmeye çalışmışlardır.  

Çarşı zulme ve zalime karşı durmaktır, Çarşı vicdandır.

Çarşı ruhu tutsak edilemez ve Çarşı yalnız değildir.

Çarşı ve gezi ruhu ile donanmış olan, aynı gemide özgürlüğe, bağımsızlığa ve uygarlığa yelken açanlar kenetlenmeli ve Türk Milletinin hakkı olan barış, huzur ve refaha doğru olan bu yolculukta yelkenleri barış ve özgürlük rüzgarı ile doldurmalı, rüzgar yoksa kürek çekmeli, gemi yara alırsa savunmalı, gemiyi batıracak suyu tahliye etmeli, dümeni “bağımsızlık ve özgürlük” rotasına çevirmeli, gidilecek güvenli limana varmalıdır.

 

Mavi Vatan-Toprak Gemi

 

Siz “Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır” derken, vatanı sadece yer üstündeki topraktan mı ibaret sanıyorsunuz?  O zaman çok yanılıyorsunuz.

Sizin bir de “mavi vatanınız” var. Mavi vatan denizleriniz var. Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan toprak gemi Anadolu'nuz var. Siz toprak gemi Anadolu'nun şanlı denizcilerisiniz. Türk Donanması toprak gemi Anadolu'yu, yani sizleri sırtında taşıyarak, mavi vatan denizlerimize yaklaştırmanın ve her ikisini buluşturmanın gururu içerisindedir. 

Mavi vatan tam olarak ne demektir?  Mavi vatan, karasularımız  ve kıta sahanlığı ile münhasır ekonomik bölgelerimizden oluşan deniz yetki alanlarımızı kapsayan ve yaklaşık Türkiye yüzölçümünün yarısı kadar bir alana eşit, deniz ve deniz dibi hacmini ifade eden bir kavramdır. Bu kavram ilk kez 2006 yılında Tuğamiral Cem Gürdeniz tarafından kullanıldığında,  denizlerdeki hak ve çıkarlarımızın en az anavatandakiler kadar değerli, hayati ve vazgeçilmez olduğu  ifade edilmeye çalışılmıştı. 11 Şubat 2011 tarihinde sözde Balyoz davasında sahte deliller ile tutuklanan ve 2012 yılında Yüksek Askeri Şura kararı ile Tümamiral rütbesindeyken emekli edilen, 2012 yılında 18 yıl hüküm alan Amiral Cem Gürdeniz, bakın mavi vatanımızı nasıl anlatmış “Hedefteki Donanma” kitabında*:

Binlerce yıllık medeniyetlerin varisi olduğumuz Anadolu topraklarının tarihi denizle iç içedir. Yarımada coğrafyası ile bir deniz devleti olan Türkiye,  kara ülkesinin yarısı kadar deniz ülkesine, yani karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeye sahiptir.  Biz bu deniz ülkesine “Mavi Vatan” diyoruz. 

Karasularının ötesinde 200 mile - ya da orta hatta- kadar uzanan münhasır ekonomik bölge, denizlerin sadece içindeki canlı kaynakları değil, dibinde ve dibin altındaki tüm canlı ve cansız kaynakları da, dolayısıyla deniz diplerindeki altın gibi değerli metaller dahil,  petrol ve doğalgaz kaynaklarını da içermektedir. Bu zenginlikler bu sahayı ilan eden devlete aittir.  Akdeniz’de Türkiye'nin yüzlerce değil, binlerce yıl ihtiyacını karşılayacak doğalgaz yatakları ile zengin kaya gazı rezervleri olduğu bilinmektedir. Sadece Doğu Akdeniz'deki münhasır ekonomik bölgemizin genişliği 145 bin kilometre karedir. 

Çevrelendiğimiz denizler, gelecek nesillerin ekonomik gücüne tahminlerin ötesinde katkı sağlayacak kaynaklara sahiptir. Mavi Vatan, canlı ve cansız kaynaklarıyla Türkiye ekonomisine katkı sağlayacak çok büyük potansiyele sahiptir. Günümüzde denizlerin bu ekonomik güç potansiyeli sahildar ülkelerin iştahını kabartmakta ve en küçük deniz alanları için ülkeler silahlı çatışmayı göze alabilmektedir. Gelecekte deniz dibinden çıkacak petrol, doğalgaz nedeniyle fert başına düşen milli gelirimiz birkaç kez artabilir. Küresel ve bölgesel çerçevedeki gelişmeler Türkiye'nin gelecek nesillerinin mavi vatana bugünkünden daha fazla ihtiyaç duyacaklarını ve bağımlı olacaklarını işaret etmektedir.

Tarihin en önemli kilometre taşları deniz suyu ile yıkanmıştır. Dünya tarihini denizler ve denizde yaşananlar şekillendirmiştir. Mavi derinlikler dünya siyasetinin şekil almasında daima öncü olmuştur. Zira deniz ticaret demektir, ticaret de zenginlik demektir. Denizleri kontrol edenin, ticareti kontrol edeceğini; denizden gelen istila güçlerinin iktidarları değiştirebileceğini insanoğlu tarım devriminden sonra öğrenmiştir.  Denizler böylece devirler açmış, devirler kapatmıştır.  Fatih gemileri karadan yürüterek Haliç'te denize ulaşmış, bir çağı sonlandırarak Avrasya'da Türk hakimiyetinin kapısını aralamıştır.  Nusret mayın gemisinin Çanakkale boğazını geçilmez kılan karanlık limana döşediği 26 mayın Türk tarihinin geleceğini aydınlatmış, yarattığı sonuçlarla Sovyet devrimini tetiklemiştir.  Milli mücadelede Karadeniz üzerinden Sovyetler Birliği'nden sağlanan lojistik destek bir milletin geleceğinin şekillenmesindeki en önemli unsurlardan biri olmuştur.  Atatürk kulağını neden İnebolu'ya yaslamıştı?  “Ya İstiklal ya Ölüm” açmazında,  istiklal yolunun denizden geldiği gerçeğini nasıl da görebilmişti?

Cumhuriyet donanmamızın hem ruhu, hem de bedeni Atatürk'ün jeopolitik ve stratejik öngörülerinin bir harmanıdır. Dolayısıyla Türk Donanmasının stratejik yönelişi, son 90 yılda Atatürk’ün ifade ettiği gibi “Mükemmel ve kaadir bir Türk Donanmasına malik olmak gayedir” sözü temelinde gerçekleşmiştir.

Tarih denizler üzerinde şekil alır. Denizi jeopolitik perspektifte görebilen ve yaşayabilenler mutlak hakimiyete ulaşırken, tarih diğerleri için hep hüzünlü sonları kurgular.

Cumhuriyet donanmasının Atatürk’ün yukarıdaki sözü temelinde yükselişi Karadeniz, Ege ve Doğu Akdeniz'in küresel kurgularla şekillenmesine izin vermemiş, Donanmanın 2009 yılından itibaren Hint Okyanusu'nda sürekli savaş gemisi bulundurabilen, kendi savaş gemisini, silahını ve sensörünü yapabilen bir kuvvet olmasını sağlamıştır. Daha da ötesi Cumhuriyet Donanması Türkiye'nin özellikle deniz jeopolitiği boyutunda denizcileşmesinin lokomotifi olmuştur.  Cumhuriyet donanması Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan toprak gemi Anadolu'yu sırtında taşıyarak mavi vatan denizlerimize yaklaştırmanın ve her ikisini buluşturmanın hayati sorumluluğunu üstlenmiştir. Yaklaşık 90 yılda Türk halkının vergileri ve özverileri ile şekillenen Cumhuriyet Donanmasının ve ona asıl gücünü veren denizcilerin devlete ve halka yaptığı hizmetler çok önemlidir.

Deniz yetki alanlarımızın oluşturduğu mavi vatanımızdaki hak ve çıkarlarımızın öncelikle farkında olmalı, bunlara hassasiyetle sahip çıkmalı ve korumalıyız.”

Yarın 27 Eylül, Deniz Kuvvetleri Günü

Nedir bu gün?  Barbaros Hayreddin Paşa komutasındaki Osmanlı Donanması, 27 Eylül 1538’de Amiral Andrea Doria komutasındaki Haçlı Donanması'nı imha etmiş, bu deniz savaşı sonucunda Akdeniz'de Osmanlı Donanması'na karşı koyabilecek bir donanma kalmamış ve Türk hakimiyeti başlamıştı. Bu Preveze Deniz Zaferi, büyük bir şeref ve gurur abidesi olarak Türk denizcilerine ışık tutmakta ve zaferin kazanıldığı 27 Eylül günü her yıl Deniz Kuvvetleri Günü olarak coşku ve heyecanla kutlanmaktadır.

“Anavatanda güvende olmak için, denizde güçlü olmak; dünyada söz sahibi olmak için de tüm denizlerde var olmak gerekir” diyen Deniz Kuvvetlerimiz, denizin özgürlük ve bağımsızlık olduğunu, aynı zamanda savunma ve güvenlik demek olduğunu bilmektedir. İşte tam da bu noktada devreye giren Türk Donanması bugüne kadar hem savaş hem de barışta, eşit derecede Türkiye’ye hizmet etmiştir ve hizmet edecektir.

Kurulan kumpas ile Türk Deniz Kuvvetleri’ne yapılmak istenen işin özü, Türklerin denizden uzaklaştırılmaya çalışılmasıdır.  Zira denizlerin, okyanusların ve oradaki kaynakların tam kontrolü geçmişte olduğu gibi bugün de küresel egemenliğin vazgeçilmezidir. 

Mavi vatan bizimdir. Mavi vatandaki kaynaklar bizim kalacaktır. Türk milletinin mavi vatanındaki çıkarlarına kastedenler, Türkiye’yi denizden tehdit edenler, denizleri kullanmasını önlemeye çalışanlar  karşılarında Türk Donanmasını ve Türk Denizcilerini bulacaktır. Tabi Donanmayı ve onu kullanan iyi yetişmiş Denizcileri koruyabilir, geliştirebilir, modernleştirebilir, büyütebilir ve bu hedef doğrultusunda “mavi diplomasi” yoluyla kullanabilirsek. 

Deniz Kuvvetlerinin son 20-25 yılına damga vuran çok iyi yetişmiş denizcilerimizi kumpasa kurban eden Türk milleti şu sözü unutmamalıdır:

“Hudutlarının mühim ve büyük aksamı deniz olan Türk Devleti’nin donanması da mühim ve büyük olmak gerektir. O zaman Türk Cumhuriyeti daha müsterih ve emin olacaktır. Mükemmel ve kadir bir Türk Donanması’na malik olmak gayedir.”

                                                      Mustafa Kemal ATATÜRK

                                                      20 Eylül 1924, TCG HAMİDİYE

                                                      Karadeniz açıkları

 

*  E.Tümamiral Cem GÜRDENİZ’in sözleri kitabın değişik bölümlerinden alıntılar şeklinde derlenmiştir.

© 2023 by WRITERS INC. Proudly created with Wix.com

  • facebook-square
  • Twitter Square
bottom of page